Veysel Otunç

Veysel Otunç

       

GİDENLERİN ARDINDAN...


Gidenler nasıl gittiler?
Neden gittiler?
Hep düşünürüm…
Gitmeseydiniz!
Gitmeseydiniz hayatımız nasıl olurdu?
Ne değişirdi?
Değişir miydi?
Sorular…
Sorular bitmez ki…
Geçmişe takılıp kalmak mı benimkisi…
Yoksa sorgulamak mı geçmişi…
Geçmiş…
Fırtınanın içinde el yordamıyla gezmek miydi?
Donkişot gibi yel değirmenlerine saldırmak mıydı?
Sahi hangi kuşağın kırılan çiçekleriydik…
Nasıl anlatsam o günleri…
Ömrümüz kaça ayrılmıştı?
Kaç fırtınadan kaçmıştık?
Kaçmış mıydık?
Arkamıza düşenler kimlerdi?
Sorulara cevabım var elbet!
Ama seni anlatmak bir başka keder, bir başka duygu…
Derin analizlere girmenin bir faydası yok, biliyorum.
Biliyorum; seni anlatsam…
Şimdi sırası mı?
Geçmiş, geçmişte kaldı.
Geçmişi sorgulamanın, yarayı kaşımanın merhemi yok!

Dünün malzemesiyle bugünün evi yapılmaz.

***
Kimse geçmişin jargonuyla konuşmuyor artık.
Dil, üslup, kavramlar değişti.
O keskin, sıkı tartışmalar, birbirini alt etmeler orda kaldı.
Artık herkes kendi kulübesinden güneşe bakıyor.
Herkes güneşi kendi kulübesinden parlak gördüğünü söylüyor.
Desem ki eskiden böyle böyleydi.
Şimdi tersinden okumalar var!
O gün söylenen bugün söylenmiyor.
Zaman değişti.
Toplum değişti.
Yeni tahlillere ihtiyaç var.
Yeni araçlara ihtiyaç var.
Mücadelenin yol ve yöntemi de değişti.
Değişmektir aslolan!
Sadece felsefi bir özdeyiş mi?
Gidenler gitti…
Gidenlerin ardından yas mı tutulur, ağıt mı yakılır, şiir mi yazılır?
Gidenler kim?
Giden kim?
Eylül fırtınasıydı.
Aralık’ta kırdı dallarımızı.
Yine Aralık’tayız…
Yine bir keder, yine bir özlem, yine bir hasret…