Elif Özbakır

Elif Özbakır

       

Fakirlik VERGİSİ....


 

Aradan 70 yıl geçmiş, hâlâ Varlık Vergisi’ni tartışıyoruz, eleştiriyoruz.

Demek ki geçen gün Türkiye Cumhuriyeti’nin yol taşlarından biri “FAKİRLİK Vergisi”dir, derken abartmamışız.

 FAKİRLİK Vergisi adı üstünde “FAKİRE salınan” bir vergidir, kim fakirse ödesin, hele fakirliğinin kaynağı belli değilse...

İyi de vergiyi nasıl ödettireceksin?

Adamın malını, mülkünü, yatağını haraç mezat sokakta sattırarak mı? Ya da Aşkale’ye sürerek mi?

Üstelik itirazı mümkün olmayan bir vergiyle?

Dedik ya, 70 yıldır bu vergiyi tartışıyoruz, tartışanlardan biri de ekonomist

Önce bir durum tespiti yapıyor:

Ben ekonomistim

“Avrupa’yı ardından da tüm dünyayı 1939-1945 yılları arasında kasıp kavuran İkinci Dünya Savaşı Türkiye’yi de olumsuz yönde etkiledi. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye’nin nüfusu 19 milyondu. Asker sayısı da 1937’de 150.000 civarındaydı. Savaş yıllarında bu oran yaklaşık on kat arttı; yani asker sayısı yaklaşık bir buçuk milyona ulaştı. 18-45 yaş arasındaki erkek nüfusun büyük bölümü askere alındı. Bu üretimi düşürdü, tüketimi arttırdı. Almanya ile savaş kapıdaydı. Bir başka tehlike ise, Sovyet tehdidiydi. Türkiye bir denge oyunu oynayarak savaşın dışında kalmaya çalışıyordu. Üretimin düşmesi, fiyat artışını ve karaborsayı doğurdu. İthalat da savaş nedeniyle neredeyse yok derecedeydi.”

 

Türkiye’yi yönetenler, ekonomiyi düzenlemek için önemli üç yasal düzenleme yaparlar, Varlık Vergisi Kanunu, Toprak Mahsulleri Vergisi ve Milli Korunma Kanunu...

Köylüden toplanan tahıllar camilerde depolanıyordu. Eleştirilerin bir bölümü de buydu.  Toplanan tahılların depolandığı yerler arasında camiler de vardı. Çünkü, silo vb. depolar neredeyse hiç yoktu.

 Dolayısıyla camilerden başka büyük ve tahıl depolamak için kullanılabilecek başka mekânlar yoktu.

Bu nedenle kimi camilerin ihtiyaç nedeniyle ibadete kapatılıp silo olarak kullanılmasının nedeni budur. Üretken erkek nüfusun askere alındığı, neredeyse her 11-12 kişiden birinin askerde olduğu bir ortamda kitleleri beslemek için tahılları koyacak başka büyük mekânların olmayışı bu zorunlu uygulamayı doğurmuştu.

 

Toprak Mahsulleri Vergisi ile Milli Korunma Kanunu, nedense Varlık Vergisi karşısında suskundurlar.

“Toprak Mahsulleri Vergisi, İkinci Dünya Savaşı yıllarında devletin uygulamaya koyduğu bir vergidir.

 Varlık Vergisi nasıl kentli zenginlerden (özellikle gayrimüslimlerden) alındıysa bu vergi de köylüden alındı. Varlık Vergisi kadar bilinmese de köylüyü olumsuz yönde etkileyen bir vergidir.

Dönemin ekonomisine damgasını vuran bu iki vergiye ek olarak Milli Korunma Kanunu’nu anmak gerekir. Hükümetin temel derdi artan bütçe açığını kapatmak, asker sayısı 150.000’den bir buçuk milyona tırmanan ordunun ihtiyaçlarını karşılamak ve ekonomiyi kontrol altında tutmaktır. Varlık Vergisi’nin uygulamada bazı sorunlar yarattığı bir gerçektir. Sorunların en yoğun olarak yaşandığı şehir İstanbul’dur.

Milli Korunma Kanunu ise, hükümete fiyatları belirleme, ürünlere el koyma ve ayrıca zorunlu çalışma yükümlülüğü getirmede sınırsız yetkiler veren bir yasadır. Ocak 1940’ta savaş başladıktan hemen sonra Refik Saydam hükümeti döneminde çıkarıldı. Devlete ekonomiye her türlü müdahale imkânı sağladı.”

O dönemin ünlü bir vergisi de “Yol Vergisi”dir.

Neydi bu vergi?

Bu vergi, Aşar vergisinin kaldırıldığı dönemde (1925) kabul edilen vergidir. Tek parti dönemi boyunca 5-12 lira arasında değişen miktarlarda uygulandı. 18-60 yaş arasında erkeklerden alınan bu vergiyi, kentli ve çalışan erkekler kolaylıkla ödeyebilirken, parasal ekonomik/kapitalist ilişkiler ağına girmemiş ve kendi ürettiği ile geçinen köylü ödemekte zorluk çekti. Vergiyi ödeyemeyen köylü, bedensel olarak 3 günden az olmamak üzere çalışmak zorundaydı (yol yapımında). Vergiden muaf olmanın bir yolu da en az 5 çocuk sahibi olmaktı. Nitekim Türk köylüsü vergiden muaf olmak için çoğunlukla en az 5 çocuk sahibi olma yoluna gitti; hatta, 5+1 modelini benimsedi. Çünkü o dönemde hastalıklar nedeniyle çocuk ölümleri yüksekti. Bir çocuğun ölümü nedeniyle sayı 5’in altına düşünce vergiye tabi oluyorlardı. Bu nedenle bir çocuk fazla yapılması yoluna gidildiği gibi, ölen çocuğun bildirilmemesi ve yeni doğan çocuğa ölen çocuğun kimliğinin verilmesi gibi uygulamalar yaygın olarak görülmekteydi. Karşılıksız paranın basılmadığı, bütçede imkânların dar olduğu bu dönemde yolları bulunmayan ülkeye yol yapmanın bir başka yolu olmadığı gibi, Cumhuriyetin devraldığı 11 milyonluk nüfusu arttırmayı teşvik etmenin de başka bir yolu yoktu.